Araf, İslam inancına göre cennet ile cehennem arasında ki bir yerin adıdır, arada kalmışlığı, ortada olmayı ifade eder. Peki bir insanın yaşamda arafta olması neyi ifade eder? Ya da bir toplumun arafta olması ne anlama gelir? Bir kişi hayal edin ki, köyde doğmuş hatta köydeki evinin mutfağında doğmuş ve orda büyümüş. Kırsalın gelenek görenekleri ve yaşam tarzıyla beslenmiş, hayatının ilk on dört yılını burada geçirmiş ve bu dönem boyunca hiç “kent” görmemiş. Hikaye bu ya sonra bu delikanlı okumak için on dört yaşında bir kente gitmiş ve büyüdüğü yaşamdan fersah fersah uzak bir yaşama adım atmış. Ne giyilen kıyafetler onun kıyafetlerine benziyormuş ne konuşurken seçilen kelimeler ne yenilen yemekler ne de arkadaşlık ilişkileri onun arkadaşlık ilişkilerine benziyormuş. Velhasıl gel zaman git zaman aradan yedi yıl geçmiş ve delikanlı “kent”e ve kent yaşamına alışmış. Lakin orta da bir sorun varmış, delikanlı kendini ne bir köylü gibi hissedebiliyormuş ne de bir kentli gibi, kendini tanımlamakta zorlanıyormuş ve geçen yıllar boyunca bir türlü karar verememiş bir köylü mü yoksa bir kentli mi olduğuna, şimdi ne eskisi gibi konuşuyormuş, ne de eskisi gibi yaşıyormuş, ancak kendini de bir türlü köylü olmak gibi övündüğü bir şeyden de soyutlamak istemiyormuş. O vakit, bu delikanlı bir köylü müdür yoksa bir kentli mi? Yıllardır ben bu araftayım, hala da karar verebilmiş değilim…

Ya bir toplum arafta kalırsa? Bir toplum düşünün ki, altı yüz küsur yıllık bir imparatorluktan çıkmış ve yeni bir yönetim biçimine, cumhuriyetçiliğe geçmiş. Demokrasi ilkelerini benimsemek istemiş ve bunun en iyi örneğini de “Batı medeniyetleri”nde görmüş. Elinden geldiğince “Batı”ya ayak uydurmaya çalışmış fakat bir türlü bunu tam olarak başaramamış. Bazen ekonomik krizler buna izin vermemiş, bazen savaşlar ve ne yazık ki bazen de kendi ordusu buna izin vermemiş. Aslında toplumun “Batı”ya uyum sağlayamamasının temel nedeni “laiklik” denilen bir ilkeymiş. Laiklik: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması, devletin dinler karşısında tarafsız olması demekmiş, ancak bu ilke toplumun başına “bela” olmuş çünkü bu toplum Müslüman bir toplummuş ve bu toplumdaki bazı kimseler “Batı medeniyeti”ne ayak uydurabilmek için dinin ikinci plana atılması gerektiği gibi “garip” bir yanılgıya düşmüşler, çünkü onların gözünde “dincilik” yapmak bir gericilik ifadesiymiş. Toplum bazen öyle dönemler yaşamış ki kardeş kardeşi öldürmüş, neden? Çünkü biri sağcı yani “gerici” yani dinci, diğeri solcu yani “ilerici” yani “Batı”cıymış. Velhasıl aradan seksen dokuz yıl geçmiş ve durum hala devam etmekteymiş. O vakit, bu toplum sağcı mıdır yoksa solcu mudur ya da gerici midir yoksa ilerici midir?

Arafta olmak ya da arafta kalmak zordur, hem birey için hem toplum için… Araftan çıkışın yolu taraf seçmek gibi görülebilir, benim için köylü ya da kentli olmaya karar vermek, Türk toplumu içinse, sağcı ya da solcu olmaya karar vermek – gerici ya da ilerici olmaya karar vermek- gibi görülebilir. Belki bu sorunu da çözebilir, buna inanırsınız ya da inanmazsınız, ama önemli olan hem köylü hem kentli olabilmek, hem sağcı hem solcu olabilmek, hem laik hem dinci olabilmek , hem oryantalist hem oksidentalist olabilmek… Bu kelimelerin bir arada kullanılması dahi zor iken bunu yapmanın kolay olmayacağının farkındayım, ama istemek başarmanın yarısı değil midir?